Borçlarımı ödedim
Zaman geçtikçe hükmümü yedim
Ama hiç suç işlemedim
Ve kötü hatalar
Birkaç tane yaptım
Payıma düşeni aldım, yüzüme tekme yedim.
Ama ayakta kaldım.
Ve daha ileri gitmek istiyoruz
Daha ileri, daha ileri biz şampiyonlarız dostlarım.
Filmin finalinde bu şarkıyı okuyordu Freddie bütün dünyaya. Sanki bir veda idi, gerçekten de öyleydi ama kitlesi henüz bilmiyordu. Belki de şampiyonların asıl görevi yeni başlıyordu: dünyayı değiştirmek. Bir cesaretin peşinde giderken kendine yoldaş edinmek; onlarca, milyonlarca insanı yanındaymış gibi hissetmek güç veriyordu Freddie ve grubuna. Evet, ufak da olsa şöhretin getirmiş olduğu şımarıklık içinde görebiliyoruz ama hiçbir zaman ‘dostlarım’ dediği kitlelerden kendini uzak tutmuyor, onlar olmadan müziği de yokmuş gibi hissediyordu Freddie. Dinleyicisi ile bütünleştiğinde maestro oluyordu. Queen grubu; müziği, sahnedeki duruşu ile alt kültürün temsilcisi olmuştu bile. Dayatılan üst kültüre biat etmiyor, tam tersine alt kültürün üst kültüre tamah etmemesini sağlıyordu. O çekingen genç grubu ile birlikte farkında ya da farkında olmadan bir değişimin öncüsüdür artık.
Yetmişli ve seksenli yıllarda dünya çok hızlı değişiyordu. Teknoloji, sinema, müzik; bununla birlikte özgürlükçü eylemler, feminist hareketler ve günümüzde büyük bir dinamik haline gelen LGBT gibi. O dönemler İngiltere’de inanılmaz baskıcı yönetimler, din ve ekonomik savaşlarla kafayı bozmuş ırkçı faşizan politikacılar, iç savaşa dönüşen Katolik Protestan çatışmaları, Falkland adaları mevzusu, yoksulluk, Demir Leydi… Filmde bunlardan iz yok. Ayrıca Freddie ve ailesinin iç savaştan kaçıp Londra’ya yerleşmesine dair yaşanılan acılar, bunlar bile yok! Yani sinema tabi ki de bir kurgudur ama olay biraz biyografi olunca sırtını kurguya çok dayayamaz, kronoloji de önemlidir. Film Freddie Mercury’nin çok özeline de girmez. Müzik ile tanışması ya da müziğe olan aşkı nasıl başlamıştır, ilk cinsel tercihine dair değişim nasıl olmuştur, sevgilisinin bu duruma dair fikirleri nedir? Bilemiyoruz. Freddie ‘ben biseksüelim’ diyor, sevgilisi ise ‘hayır sen gaysin’ diyor, bu kadar. Ki Mary Austin Brian’la çıkıyordur gerçekte. Ailesinden kopuşu hep yüzeysel geçiştirilmiş gibidir. Freddie’nin grup elemanları ile tanışması o kısımda öyle kolay değildir. Freddie gruba girmek için çok uğraşmıştır. Ve gelelim Bohemian Rhapsody müziğinin oluşması sürecine… O da pat diye ortaya çıkmıyor, bayağı bir sancılı dönemden sonra hayat buluyor parça gerçek hayatta, bunu da biliyoruz. Müslüm Baba filmi ile bu film sanki bir yapımcının elinden çıkmış gibi. Şaka Şaka… Filmde daha çok, grubu birey üzerinden ön planda görürüz. Bunun da yönetmen tarafından bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorum.
Neyse, Freddie’ye dönersek, o çekingen adam grubu ile kitleleri coşturmaya devam etmektedir. Egemen kültür bunun farkındadır ve yükselen bu alt kültürden rahatsız olur. Kameralar yatak odalarına kadar sızarlar. Bir taraftan da yazar-çizerler ahlak bekçiliğine başlarlar. Önemli olan egemen ideolojinin kültürüdür çünkü. Freddie ve grubu yola getirmek isterler; sebebi Freddie’nin sıra dışı duruşu, cinsel tercihi ideolojiyi rahatsız eder. Ama Freddie yalnız değildir, kitlelerle bütünleşmiştir artık. Grup arkadaşları da hiçbir zaman onu yalnız bırakmazlar. Ara sıra grup içerisinde sorunlar yaşasalar da her seferinde üstesinden gelirler. ‘Biz bir aileyiz’ der Freddie, ‘aile içinde tartışmalar, kavgalar olur’ der. Ki bu ‘aile olma klişesi’ de sıkça karşımıza çıkar.Malum, popüler olmak yalnızlaştırır insanı; alır başka yerlere götürür. Yalnızlaşmak, salt kişiden kaynaklı değildir. Popüler kültürün kalemşorları devreye girer hemen. Basın toplantılarında -ısrarla- özeline dair soruların önü arkası kesilmez. Freddie hep geçiştirir, kısa cevaplar verir, belki daha hazır hissetmiyordur kendini ya da ‘beni sahnede izleyin, orada vereceğim cevabı’ der gibidir. Freddie, duruşu, müziği ve ısrarı ile devrimcidir.
Neyse, film bir başyapıt mı? Değil. Bir kült film olur mu? Olmaz, ama kötü bir film mi? Tabi ki kötü bir film değil. Bohemian Rhapsody, Freddie Mercury ve eksenindeki Queen’i ne ilahlaştırıyor ne de seyirciye nostaljiden bir duygusallık sunuyor. Hiçbir şey aşırıya kaçmadan olabildiğince yaşandığı gibi seyirciye sunuluyor. Hikaye ne zaman tekdüze bir duruma gelse, grubun şarkıları devreye giriyor ve seyirciyi havaya sokuyor. Ayrıca Rami Malek gibi bir aktörden beklediğimiz kadar başarılı bir oyunculuktan söz edemeyiz, birkaç zorlama mimik hareketleri, o kadar. Ama kareografına iyi çalışmış, iyi bir performans.
Bu arada filmi izlerken İskoçyalı serisinin ilk filmi aklıma geliyor. Film başlarken fonda Queen çalar ve güreşçiler bir şampiyon havasında koridordan yürüyerek ringe çıkarlar. Bohemian Rhapsody filminin ilk sahnesi de böyledir, Freddie koridorda yürüyerek sahneye çıkar. Buradan İskoçyalı filmine bir selam olsun…
YORUMLAR